Daha önce canım çıkmıştı. Korktum. Bir daha aynı yere düşmekten korktum. Sonra korktuğum yere düştüm. Ölcem sandım, ölmedim. Günler geçti, canım çıkıyor gibiydi. Ağlamanın ne demek olduğunu hatırladım. “Gerçekten en son insanların içinde ne zaman ağladım?” diye düşündüm. Sanırım 18 yaşlarında “neye ağlıyorsun? Ağlama.” dendiğinde bırakmıştım ağlamayı. Halbuki şimdi duramıyordum. İnsanların yanında, yolda, evde her an ağlayabiliyordum. Ağladığıma şaşırıp niye ağlıyorum diye daha çok ağlıyordum. Bir yandan da artık duygularımı yaşayabilmemin şükrünü yaşıyordum. Sadece mutluluk hali yaşanır sanıyoruz. Bunu öğreniyoruz. Halbuki “üzgünüm”,”mutsuzum”,”öfkeliyim” diyerek duygularımızı olduğu gibi yaşamak ne büyük şeymiş.
Zamanın nasıl ilerlediğini algılamıyordum. Ama bir şekilde her hafta daha iyi hissediyordum. Arada içeriye bakıp “Gerçekten iyi misin? Çok erken değil mi?” diye kendimi yokluyordum. Bir yandan da anlıyordum. Çünkü ben bu yoldan önceden geçmiştim. O yolu geçmekle kalmayıp sürekli kendimle çalışmaya başlamıştım. Bunun üzerine tabii ki eskisi gibi olmamam normaldi. Bunu gördüm. Kalbim hafifledi. Düşmekten korkmayı bıraktım. Bir daha düşecek olursam ölmeyeceğimi biliyordum artık.
Eski halime baktım. Önceden bu yolu geçerken savrulduğumu, dağıldığımı gördüm. Hak verdim o halime. Çünkü o zaman ki “ben” ile öylesi mümkündü. Şimdi ise çıkan bütün duyguları kendime yönlendirdim. Acıdan beslenmek değildi bu. Acıyı dönüştürmekti. Yanarak dönüşmekti. Yanlış anlaşılmasın yanmadan da dönüşmek mümkün. Ama bu sefer böyle olacağı varmış.
Bu durumda yine öğrendiklerimizden kaynaklı yanmayı bırakıp “iyi olcam” haline bürünebiliyoruz. Ama neyse ki bu da bir zihin hali olduğu için çok uzun sürmüyor. İçeride acı, öfke, nefret veya her ne duygu yaşıyorsan bir şekilde kendini sana hatırlatıyor. Sendeliyorsun. Bu duyguları hakkını vererek yaşaman gerektiğini anlıyorsun. Daha sonra hem bu duyguları yaşayıp hem yola devam etmeyi öğreniyorsun. Duyguları yaşaman lazım ki dönüşsün.
“İçinden hangi duygu çıkıyorsa o duyguyu yaşadığın için deneyimlediğin olayı veya olayların böyle olmasını sağlayan kişiyi suçlamak çare değil. Olaylar ve kişiler sende zaten olan belki de derinlere gömdüğün değersizlik, yetersizlik, öfke, kaybetme korkusu, yalnız kalma korkusu ve ortaya çıkan birçok duyguyu görmen için sadece aracıydı.” dedi bir kız kardeşim. Şükürle duydum onu. Belki bu duyguları düşmeden önce de görüyordun, içeride bir yerden hissediyordun ama rahat alanda bu duygulara kim bakmak ister ki? Madem öyle, bu duyguların artık dönüşmesi için düşmen lazımdı.
Hep eski halimizi biliyoruz. Kendimizi “ben şöyleyim” diye kalıplara yerleştiriyoruz. Halbuki yaşadığımız her an değişiyoruz. Biz kendimizle çalıştıkça, yeni formumuza dönüştükçe frekansımız değişiyor. Değişen frekansımızla bir yandan içine yerleştiğimiz kalıba sığamıyoruz bir yandan da korkumuzdan veya o alanın bilinirliğinin verdiği rahatlıktan kıpırdamak istemeyebiliyoruz. Ama biz kıpırdamayınca yeni formumuza dönüşmek için hayat harekete geçiyor. Anlamadığımız belki de anlamamazlıktan geldiğimiz olaylar ile bizi o rahat alandan koparıyor. “Yeniden doğacaksın” diyor.
İçinde bulunduğum bir çalışma çemberinde alanı paylaştığım bir kız kardeşime küçük tırtıllar geldi. Tırtılların gelişimini hep beraber takip ettik. Ve bir gün tırtıl kelebeğe dönüştü. Mucizevi bir an! Hiç bebek kelebeğin bakışlarını gördünüz mü? Bir süre gerçekten şaşkın gözlerle sadece durdu. Şaşırır tabii artık eski formunda değildi, bu haliyle ne yapacaktı şimdi? Ve belli bir süre sonra şaşkınlığı bırakıp sanki hep biliyormuş gibi uçtu. Belki de içeride bir yerde zaten biliyordu. Belki de kulak versek içeridekini görüp, kabul edip eski halimizi bırakarak uçamaya başlayacağız. Mucizeler bir anda olur derler. Mucizeler sen hazır olduğun için olur. Artık hazır olduğunu kabul etmen niyetiyle.